Evrim Çıkmazı
|
||
Bu makalede, gazetelerde, dergilerde, kitaplarda, TV programlarında ve reklamlarda evrim teorisi ile ilgili olarak geçen her türlü kavram ve terim hakkında en pratik biçimde, en doğru ve güvenilir bilgiyi edinmek isteyenler için hazırlandı. Ansiklopedi formatında çeşitli konu başlıkları altında evrim teorisinin iddialarını ve bu iddiaların bilimsel deliller ve bulgular ışığında nasıl geçersiz kılındığını açık bir şekilde göreceksiniz. Abiyogenez (Abiogenesis) TeorisiOrtaçağdan beri süregelen batıl bir inanıştır ve “spontane jenerasyon teorisi” olarak da bilinir. Cansız maddelerin tesadüfen bir araya gelerek canlı bir organizma oluşturacağına inanan görüştür. Ortaçağ’da, böceklerin yemek artıklarından, güvelerin yünden, farelerin buğdaydan oluştuğuna yaygın olarak inanılıyordu. Hatta, bunu ispatlamak için ilginç deneyler dahi yapılmıştı. 17. yüzyılda yaşayan Belçikalı bir fizikçi olan J. B. Van Helmont, kirli insan gömleğiyle buğday tanelerini biraraya koyduğunda, farelerin oluşacağını sanmıştı. (Prof. Dr. Eşref Deniz, Tıbbi Biyoloji, 4. baskı, Ankara, 1992, s.369) O dönemde etlerin bir süre sonra kurtlanmasının da, hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil olduğu zannediliyordu. Oysa daha sonraları, etlerin üzerindeki kurtların kendi kendilerine oluşmadıkları; sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen yumurtalardan çıktıkları anlaşıldı. Bu teori 19. yüzyılda, ünlü Fransız bilim adamı Louis Pasteur’ün yaptığı deneylerle tamamen çürütüldü. Pasteur, vardığı sonucu şu cümle ile özetledi: “Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür.” Bugün bilimsel olarak, “abiyogenez” değil; “hayat ancak hayattan gelir” görüşünü savunan biyogenez teorisi geçerlidir. Ama evrim teorisini savunan çevreler, halen canlılığın cansız maddelerin tesadüfler sonucunda biraraya gelmelerinden oluşabileceğini iddia etmektedirler. Ne var ki bu iddialarını ispatlamak için hiçbir bilimsel kanıt ortaya koyamadıkları gibi bu bilim dışı iddialarını ispatlamaya çalıştıkları tüm deneyler de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. (Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, p.4) |
||
AL 666-1 (Homo Sapiens Fosil Kaydı)1194 yılında Etiyopya Hadar’da Australopithecus afarensis fosilleriyle beraber bulunan çene fosilidir. 2.3 milyon yıllık bir tarih konulan bu çene, tamamen Homo sapiens (insan) türüne ait özellikler göstermektedir. AL 666-1 fosilinin “Homo” (insan) türüne ait olduğu kesin olmasına rağmen, evrimciler bu fosil hakkında yorum yapmaktan kaçınırlar. Çünkü bu çene için hesapladıkları 2.3 milyon yıllık yaş, “Homo”, yani insan türü için belirledikleri yaşın çok üzerindedir. AnalojiEvrimciler canlılar arasındaki birtakım benzerliklere dayanarak, aralarında ata-torun ilişkisi kurmaya çalışırlar. Ancak bir kısım canlılar vardır ki, fonksiyon bakımından benzer organlara sahip olmalarına rağmen, aralarında hiçbir evrimsel bağ kurulamaz. Bu tür bir benzerliğe “analoji”, böyle organlara da “analog organlar” denir. Analog organlar yapı ve gelişme bakımından farklı, fakat fonksiyonları aynı olan organlardır.( Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, p.4) Örneğin kuşların, böceklerin, memeli olan yarasaların kanatları fonksiyon olarak benzer olmalarına rağmen, aralarında evrimcilerin iddia ettiği gibi bir ilişki yoktur. Antibiyotik DirenciBakteriler, belli bir antibiyotiğe sürekli maruz kaldıklarında, o antibiyotiğe karşı direnç göstermeye başlarlar ve bir süre sonra antibiyotiğin o bakteri türü üzerindeki etkisi yok olur. Evrimciler, bazı bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç göstermelerini evrime delil olarak gösterirler. Bu direncin bakterilerde meydana gelen mutasyonlar sonucunda geliştiğini iddia ederler. Oysa bakterilerde meydana gelen direnç, onların mutasyon sonucunda sonradan geliştirdikleri bir özellik değildir. Çünkü bakteriler bu özelliğe antibiyotiğe maruz kalmadan önce de sahiptirler. Direnç sağlayan genetik bilginin, antibiyotiklerden önce var olması, evrimciler tarafından açıklanamayan ve teorinin iddiasını geçersiz kılan bir gerçektir. AntropolojiAntropoloji, insanın kökenini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim dalıdır. Bu bilim dalı önceleri, insanlık tarihini öğrenmek girişimi olarak başlamıştı. Gerçekten de Yunanca’dan gelen bu sözcüğün anlamı” insanın incelenmesi”dir. 19. yüzyılda Charles Darwin’in, canlıların gelişme ve değişim sürecine ilişkin evrim kuramını ortaya atmasından sonra kültürel antropoloji, insanı kültürlü bir hayvan olarak; fiziki antropoloji ise insanı biyolojik bir organizma olarak ele aldı. Bu çarpık zihniyetin sonucunda antropoloji, evrimci bilim adamlarının çalışma sahası olarak pek çok gerçek dışı ve taraflı yoruma maruz kalmıştır. AminoasitAmino asitler, canlı hücrelerini oluşturan proteinlerin yapı taşı olan moleküllerdir. Doğada 200 çeşidin üzerinde amino asit bulunur. Ancak bunların arasından sadece 20 çeşit amino asit canlılardaki proteinleri oluşturur. 20 amino asit çeşidinden “belirli amino asitler”in, “belirli sıralarda” dizilerek kimyasal bağlarla birbirlerine bağlanmaları sonucunda farklı fonksiyon ve özelliklere sahip proteinler oluşur. En az kompleks olanları yaklaşık 50 amino asitten oluşan proteinlerin, binlerce amino asitten oluşan çeşitleri de vardır. Proteinlerin yapılarındaki tek bir amino asitin bile eksilmesi veya yerinin değişmesi ya da zincire fazladan bir amino asit eklenmesi, o proteini işe yaramaz bir molekül yığını haline getirir. Bu nedenle her amino asit, tam gereken yerde, tam gereken sırada yer almalıdır. Hayatın rastlantılarla oluştuğunu öne süren evrim teorisi ise bu düzenliliğin tesadüfen nasıl oluştuğunu kesinlikle açıklayamaz. AdaptasyonBir canlının, bulunduğu çevrede daha iyi yaşamasını ve üremesini sağlayan özelliğidir. Evrim teorisi, bu anlama kendi iddiaları doğrultusunda hayali bir anlam daha yükler ve içinde bulunduğu koşullara adaptasyon sağlayan canlıların zaman içinde tür değiştirdiklerini iddia eder. Ancak evrimcilerin “koşulların değişmesi, canlının evrimleşerek tür değiştirmesine neden olur” iddiası geçerli değildir. Bir tür, “genetik potansiyeli” olanak verdiği ölçüde bulunduğu ortamdaki değişikliklere adapte olur. Eğer “genetik potansiyeli” bu değişikliklere adapte olmasına imkan vermiyorsa, o zaman bu tür, değişen koşullara adapte olamaz ve yok olur. Ancak hiçbir zaman koşullara adapte olarak başka bir türe dönüşmez. Her zaman aynı türün bir bireyi olarak kalır. Ara Geçiş Formu (Ara Türler)Evrim teorisi, tek bir delili dahi olmadığı halde yeryüzünde yaşayan ve geçmişte yaşamış tüm canlı türlerinin birbirlerinden türeyerek ortaya çıktıklarını iddia eder. Bunun da çok uzun süre içinde yavaş yavaş ve kademe kademe gerçekleştiğini söyler. Dolayısıyla, bu iddiaya göre iki canlı türü arasındaki geçiş dönemini yansıtan ve her iki türden bazı özellikler taşıyan birtakım canlıların yaşamış olması zorunludur. Örneğin, balıkların sürüngenlere, ardından da sürüngenlerin kanatlanıp kuşlara dönüştüğü ileri sürülür. İşte evrimciler, yüzerken sürünmeye başlayan, yürürken bir anda kuş olan bu hayali canlıların sözde geçiş aşamasındaki fosillerine “ara geçiş formu” adını verirler. Bu hayali düşünce gerçek olsaydı, bugüne kadar yaşamış milyarlarca canlının milyarlarca ara geçiş fosili bırakmaları gerekirdi. Ve günümüzde de bu garip görünümlü canlıların kalıntılarına fosil kayıtlarında rastlanması gerekirdi. Ancak, bugüne kadar fosil kayıtlarında tek bir ara geçiş formu fosiline dahi rastlanmamıştır. |
||